20 Kasım 2014 Perşembe

Park ve Bahçeler Müdürlüğü

Türkiye'deki park mantığı ne kadar saçma değil mi? İki sıra ağaçtan oluşmuş dar beton bir yol. Ortada ara sıra çalışan bozuk bir havuz. Kenarda tehlike dolu çocuk oyun alanı. Belediye tarafından gönderilmiş oturması oldukça rahatsız banklar. Ayda bir değiştirilen ve asla bakılmayan, o belediyenin ismini yazacak şekilde yerleştirilmiş çiçekler. Çimlere basmak yasak. Kokusu burnunuza intihar etme sebebiyeti verecek umumi tuvalet. Fırsatçı ve kazık ufak cafe. 

Biz manyağız ve bu saçma park mantığına sahip çıkmaya çalışıyoruz. Çünkü bazen o dar yolu süsleyen ağaçların arasından geçmeyi seviyoruz. Bozuk havuz, suya uzak bir yerde yaşayan yaşlı bir amcayı mutlu ediyor. Çocuklar o oyun alanlarından düşüp dizlerini kanatıyorlar ve kokuşmuş tuvalette dizlerindeki kanı siliyorlar. Renk renk çiçekler 1 ay sonra ölüp gitseler de, yeşil ve kahverengi pastellere can katıyorlar. Bazen kaçak olarak çimlere basıyor hatta üzerine yatıp, yasaları ihlal ediyoruz. Belki de yağmurdan kaçıp o fırsatçı cafenin acı bir çayını içiyoruz.

Biz manyağız çünkü yeşili nerede olursa olsun seviyoruz.

7 Kasım 2014 Cuma

Zaman Hırsızları

Merhaba!

Bu yazı tüm meraklı kaşiflere, gizli hazineleri bulmayı sevenlere, kara delikler karşısında kendisini ufacık hissedenlere, böceklerin antenlerini garipseyenlere, tuvaletteyken deterjanın arkasındakileri okuyanlara, banjo sesine tapanlara, mikrofona üfleyenlere, ekmeğin arasına mayonez yerine tutkal sıkanlara, yan komşunun alakasız darbuka ritmlerine, sokaktaki garip bakışlı köpeğin kenesine, bakkala, çırağına ve çırağın kız arkadaşına yazılmıştır.


Zaman ne kadar garip bir kavram değil mi? Anlamaya, takip etmeye çalışmak. Çok klasik bir başlangıç yapmak gerekirse, "Dünden bugüne insanoğlu" zamanı sınırlandırmaya, onu yazmaya, pembe panjurlu bir çerçeve içerisine almayı istemiştir. Ama onun buna ihtiyacı yoktur. O sınırsızdır. Hatta ona sınırsız demek bile süt dişi yeni çıkmış kurda "merhaba" demeye benzer. İşte ben de o zamanı arayanlardan biriydim. Elimden geldiğince, cüzdanımın şişkinliği azalmadığı ve şevkim bir barmenin elinden kayan 50lik bardak gibi kırılmadığı sürece bunu aradım durdum. Ve Buldum!


Hani bazen zaman geçip gitmez. Durakta otobüsünüzü beklersiniz, ders zilinin çalmasını beklersiniz, iş saatinin bitmesini beklersiniz ve o zaman geçmez. Hani bazen de zaman bir anda geçip gider. Sevdiğiniz bir kitabı okurken, kız arkadaşınızla vakit geçirirken ya da hastalanınca. İşte ben bunun nedenini buldum. "Dünden bugüne insanoğlunun" fark etmediği bir şey: Yeşil Cin ve Denizden Gelen Adam.


Onlarla ilk karşılaştığımda aslında anlamak olanaksızdı. Hayal gücümün kaldıramayacağı bir gerçeklikte sakince oturuyorlardı. Onlar zaman hırsızıydı. Yani benim onlara verdiğim isim bu. Zamanın gitmemesinin sebebi Yeşil Cin; o ufacık boyu, tombul yanakları, düğme burnu, kafasına geçirdiği garip görünümlü yeşil beresi ve onu ısıtmasını sağlayan yeşil pançosu ile ortalıkta dolanır durur.


O her zaman açtır ve zamanı yemeyi sever. Onun karnını, ki oldukça ufak karnı var, doyurabilecek yegane şey odur. Ha bir de elinizde Halley varsa başka. 
Halley de onun karnını bir nebze olsun sakinleştiriyor. Çünkü Halley yerken zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız. Bilmem anlatabildim mi? Çünkü Halley yemenin birçok farklı yolu vardır:

Normal ısırıp yiyebilirsiniz, üstünü ve altını yavaşça kırarak ortadaki beyaz, sümük kıvamındaki tatlı tarafını emebilirsiniz ya da ağzınız yeteri kadar büyükse tek lokmada ağzınıza sokuşturup erimesini bekleyebilirsiniz. Böylece zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız. Hem de karnınız doyar.

Yeşil Cin, etrafta zamanı yavaşlatabilecek unsurların yanındadır: Okullarda ya da duraklarda. Böylece insanların etrafında ki zamanı yiyip, sizin zamanınızı durdurur. Evet! Gerçekten zamanı durdurur ve siz anlamazsınız. Saatinize bakar ve " Yok artık! 10 Dakika önce de 3'ü 5 geçiyordu." diye söylenirsiniz. Ancak Yeşil Cin'i göremezsiniz. O kollarını havaya kaldırmış sizin etrafınıza yayılmış zamanınızı, çıkarttığı kendine özgü çirkin sesiyle yalar yutar.


Ondan kurtulabilmeniz için tek çareniz Halley'dir. Yani bir süreliğine oyalarsınız. Hatta yanınıza aldığınız Halleylerin kaybolduğunu gördüğünüzde ıslak mendil yalamış bebeğe dönersiniz. Hangi ara yediğinizi düşünürsünüz. Ancak onları yiyen Yeşil Cin'dir.

İkisinin kardeş olup olmadığını bilmiyorum ama ortak yönleri zamanla alakalı. Ancak Denizden Gelen Adam, asla Yeşil Cin'in yanında dolanmaz. Çok kavga ederler. Bir araya geldikleri zaman nadirdir ve biz buna Jamais Vu diyoruz. Yani zamana ve mekana karşı aitlik hissini kaybetmek. Ama siz oradasınızdır, sonsuz evrende, salınan zamanda ve kaya gibi sert mekanda. Oradasınızdır işte!


Denizden Gelen Adam'a karşı yapabileceğiniz hiç bir şey yoktur. O çok hızlıdır. Onu görebilmek için oldukça fazla çaba sarf ettim. 
Sarı bir yağmurluk giyer, hani şu filmlerde balıkçıların giydiği ama hiç bir yerde satılmayan sarı yağmurluk. Başından aşağıya sırılsıklam haldedir ve yağmurluğun altından sadece şapkası gözükür. Suratı ise hep karanlıktır. Yeşil Cin'in evrende, bir çırpıda çaldığı zamana karşılık olarak, zamanı hızlandırır. Aynı dvd oynatıcılarındaki hızlı ileri sarma butonu gibi. Ama bunu 10 bin katrilyar ile çarpın. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Çünkü o sırada zaman dışında bulunursunuz ve zaman size yetişemez. Onu kandırırsınız ve kaybolursunuz. Zaman sizi bulamayacağı için ve Yeşil Cin birçok yerde zamanı yediği için karşımıza tek bir unsur çıkar: Denizden Gelen Adam.

Onlara bu isimleri benim taktığımı söylemiş miydim? Çünkü onları ilk gördüğümde aklımdan geçen yakıştırmalar bunlardı. Özellikle "Jack, Hasan, Blop-blip, Numara 7" gibi isimlerle uğraşmak istemedim. Onları en iyi betimleyen kelimeler zaten orada duruyordu. Ben ise annenizin çamaşırlıktan donunuzu aldığı gibi kelimeleri aldım.


Görüşünüz, gözünüz değil kenarından bile göremeyeceğiniz bir açıdan saldırarak, etrafınızdaki zamanı hızlandırır ve sizi yakalamış olur. İşte bu yüzden çocukken, parkta kaydıraktan kaydığınız süreyi tutmazsınız ve anneniz sizi çağırdığında "Lütfeen! 5 dakika daha" diye ısrar edersiniz.


Bunları bulmak ve fark etmek için çok vakit harcadım. Kendimden olağanüstü feragatlarda bulundum. Çalıştığım yerde bırakılan bahşişi almadım, tıkanmış tuvaletleri kullandım, kenarı delik ayakkabılar giydim, soğuk günlerde t-shirtle dolaştım ve hiç bir zaman orijinal oyun almadım.


Jamais Vu diyordum değil mi ? Evet! İşte beni bu zippo gazına benzeyen uçucu deliliğe o sürükledi. İkisini bir arada görmem beni buraya ait değilmişim gibi hissettirdi. Bunları ise uzamış, kirli tırnaklarımla odamın duvarlarına yazıyorum. Bulan olursa diye oldukça özenli davrandım ve kelime, harf, anlam hatası yapmamak için elimden geldiğince uğraştım.


Bunları yazmak tam 8 senemi aldı. Çünkü Yeşil Cin hep burada ve hiç Halleyim kalmadı. Denizden Gelen Adam ise bu ufak bücürüğün yanına gelmeyi sevmiyor.

6 Kasım 2014 Perşembe

Orhan Seyfi Çelik İle Saykodelik Akımlar

İnternet gerçekten tam bir oyun bahçesi. İçerisinden ne çıkacağını asla bilemiyorsunuz. Uzun süren araştırmalarım sonucunda bir arkadaşımın bana dinlettiği Turkish Delight - Saburié parçasını dün akşam buldum. Ancak bulmamla beraber içimde daha fazla araştırma isteği arttı.



Ne yazık ki Turkish Delight hakkında umduğumdan çok daha az bilgi buldum. Çeşitli sözlük yazarları ve ufak blogları takip ettiğimde Turkish Delight grubunun arkasındaki ismin Orhan Seyfi Çelik isminde bir Alman gurbetçisi olduğunu öğrendim. 80'li yılların başından 90'ların başına kadar Almanya içerisinde kendine has müziğini icra etmiş.

Dönem karşılaştırması yaptığımda Orhan abinin, günümüzdeki pek çok sanatçıdan daha ileri düzeyde olduğunu fark ettim. Saykodelik altyapısına karşın Post-Punk havaya sahip parçaları bulunuyor. Bazıları ise New Wave ayarında oldukça duygusal ve ağır parçalar.

1988 senesinde çıkardığı Turkish Delight adlı albümü beklenenden daha fazla ilgi görmüş. Bu albüm içerisinde yer alan Saburié adlı parçası 1993 senesinde MTV'de bile yayınlanmış. Ancak bu konu hakkında net bilgiler de yok. Şehir efsanesi de olabilir.

Aşağıda da paylaşacağım Saburié klibi 1990'da çekilmesine rağmen bugünün kliplerinden katbekat daha fazla ilgimi çekti. Hele parçanın ortasında ekrana fırlayan kel ve göbekli zenne aklımı aldı diyebilirim. Parçaların sözlerinde ne kullanıyor bilmiyorum. İlk başta Arapça tarzında kulağınıza gelebilir ama tüm sözler boş saçmalamalardan ibaret. Tabi altında yatan anlamları sadece Orhan Seyfi Çelik biliyor olmalı.

Uzunca araştırmama rağmen bir biyografik yazı bulamadım. Halen hayattadır diye düşünüyorum. Albüm arayışlarım ise dün geceden sonra bugün itibariyle meyve verdi. Amazon üzerinde Turkish Delight'in tam koleksiyonu bulunuyor. Eğer YouTube'u biraz kurcalarsanız Orhan abinin birçok parçasıyla karşılaşabiliyorsunuz. Ben şimdilik sizler için aşağıya Saburié adlı parçasını bırakıyorum.

Yorum size kalmış. Ama beni çok etkilediğini söylemeliyim.



Bu yazı daha önce Technopat/Blog adresinde şahsım tarafından paylaşılmıştır.

5 Kasım 2014 Çarşamba