3 Kasım 2015 Salı

Kırık



            Kırık;

Sadece kırıktı ayağına batan şeyler. Hepsi birer küçük cam parçasıydı, eskiden bir bütünü oluşturan. İyisiyle kötüsüyle yaşanmıştı. Ama asla bitmemişti. Bitemeyecek kadar güzel şeyler, mutlu anlardı. Ama şimdi o güzel anılar bile, güzel günün içine güzel bir sürpriz yaparcasına karşısına çıkıyor ve canını sıkıyordu.

O gün gene keyfi yerindeydi aslında, ayakları arnavut taşlara takılıyordu ayakkabısını kaybetmiş kırmızı yanaklı bir kız çocuğu gibi. Gene güzel anılar çeliyordu aklını. Kendi küçük kafasında yarattığı büyük diyarda, yer altı edebiyatı yapmaya çalışıyordu kurduğu betimlemeler ile gene de canını acıtıyor, ağzına keskin safra tadı geliyordu.

Piposundaki tütün bitmek üzereyken topuğunu kaldırıp sertçe vurdu, içindeki tütünler yavaşça arnavut kaldırıma süzüldü. Kafasını kaldırdığında güneşin gitmeye başladığı mevsimi görebiliyordu. Gri bulutlar süzülüyordu havada ama kalbini ısıtan gülümseme gibi arkada bir yerde güneş gene de ona ısı sağlıyordu. Üzerinde ince bir tshirt, altında dar kesim bir pantolon vardı

Şimdi görse severdi. Sevebilirdi. Aslında hep sevmişti böyle giyinen erkekleri. Ufak çaplı yer altı edebiyatından sıyrılıp yoluna devam etti. Etrafta malını satmak isteyen esnaf bağırıyor, dışarıda başka bir yerde aynı malı görse almayacağı şeyi katakulli ile kaymaklandırıp müşterisini içeri çekmeye çalışıyordu. Sokak hınca hınç insan doluydu. Eski İstanbul’un bıraktığı o sepya görüntü, eski taştan binalara yansımış, solgunluğun yanı sıra sanki eski bir şeyler anlatmak istiyordu.

Belini kaldırmaya çalışan yaşlı bir amca gibi buradan kimlerin geçtiğini söyleyebilecek cesareti ve hafızası vardı. Dinleyen olursa hoşbeş sohbeti ile insanı müdavimi haline getirebilirdi. Üzerine sinmiş kuru kahve kokusu, cilalı ayakkabı ile harmanlanıyor, tütün satan bir doğulunun ağzına yakışacak bir mahsul ortaya çıkarıyordu.

Herkesin bir işi vardı elbette. Onun gibi keyiften dolaşan kafasını dağıtmak isteyen kaç insan vardı ki şu sokakta. Kilim, oyuncak, mum, nalbur, toptan kırtasiye, kitabın tüm korsanları oradaydı. İsteği olmasa bile insanın, satıcının o ilgi çekici anlatımı ile limon sıkacağı alıp evde 1 kilo limon suyu çıkarabilirdi. Üstüne tansiyonu düşmesi bedavaydı.

Onun alacak bir şeyi yoktu. Genç kafası ile piposunu popo cebine, tütünün yanına sıkıştırdı. Sanki bir şeylerden kaçıyor gibiydi. Sepya örme duvarlar sanki bunu biliyor ve anlıyor gibiydi. Ama onun dinlemeye vakti yoktu. Kafayı dağıtması gerekiyordu. Sayfalarca hikaye, masal yazsa ne yazardı?

Yoluna devam edip kalabalığın arasından sıyrıldığında karşısında güzelim haliç ağzı duruyordu. Tepesinden bakar gibi dikilen Galata Kulesi ona bir çağrı yapıyor gibiydi. Olta sallayan “rastgelecilerin” arkasından Galata Kulesine kavuşmayı başardı. Yokuşu çıktıkça hayatında başardığını hissetti. “Yokuş Çıkmak sana +10 puan kazandırdı evlat artık internette major olarak tanınacaksın ve saygı göreceksin” diyordu telefonundaki sikindirik uygulama programı.

Ne için yüklemişti ki bunu. Kiminleydi yarışı? Arkadaşlarından daha çok dolaşıp puan kazanmak niyeydi. Eğlencesi neredeydi bunun. Daha önceden dolaştığı yerlerin puanları da eklenseydi o zaman. Kafası her attığında Fenerbahçe Sahilinden kaptırıp Moda’ya yürüyüşlerinin puanları neredeydi.

Moda sahilinde oturup kırmızı kazaklı Danimarkalı çocukla hikayeleri de eklenseydi. Arkasında yemek vermeyeceğini bilen ama sadece az biraz sevgi bekleyen karabaşlar da puan hak ediyorlardı o zaman. Tek dezavantajları patileri miydi yoksa? Danimarkalının dilini bilmedikleri için miydi? Yol yokuştu, puanları cebinde, edebi atışmaları zihninin bir köşesinde saklıydı.

Galata Kulesi Haliç’e tepeden baktığı gibi bizim çocuğa da tepeden bakmaktaydı. Dudağını büzüştürmüş, “Ah be oğlum” der gibiydi sanki. Çocuğun tek farkı buydu sanırım kokusu sinmiş Haliç’ten.



Banklardan birine oturup, kuleye usulca sokuldu. Popo cebinden çıkardığı tütünü, nazikçe, sanki bir bakire kızı okşuyormuşçasına piposuna yerleştirdi. Hava gittikçe kararıyordu. Güneş sıcaktı ama kafasını göstermediği için soğuk olacaktı ve onun planı sabaha kadar burada oturmak olabilirdi. Kendini ısıtacak bir şeylere ihtiyaç duyabilirdi. Belki pahalısından bir kırmızı şarap olabilirdi; Eğer parası olsaydı. 3 ve de 50 kadar sayıp köpek öldüren alabilirdi.

Şimdilik bunlar yoktu aklında tabi, ilerleyen saatlerde kafasına tecavüz eden düşünceler onu sardığında kurtulmak için böyle bir şey yapabilirdi. Tütün dolan piposuna tütünü son kez oturttuktan sonra zehrin alev almasına izin verip, damarlarına giden yolu açmak için dumanını içine çekti.

Bugüne kadar yazıp çizdiği konular hakkında düşünüyordu. Yeri geldiğinde olabildiğince karamsar karakterler yarattığı hikayeler biliyordu kendisini bile korkutup gece vakti öldüğünü öğrendiğinde ağlatan. Onu mutlu edip başkasına bir şeyler ifade etmeyen masalları vardı. O an zihninde oturup bir gün yazı yazmasını anımsatacak cümle çaktı.
“ İskoç Bilim Adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre, İyi davranan erkekler, halk içerisinde ağırbaşlı ve saygılı olarak bilinirken sükse yapmaktaydı. Ancak Kötü davranan erkekler, halk içerisinde serseri olarak bilinip pompa yapmaktaydı.”

Çok güzel bir ağıttı sanki diyarın sakinlerinden kopan. İçini cız ettiren, boğazında düğümlenen yumruyu patlatan keman notasıydı. Az biraz batı müziğinin hareketliliği, az biraz doğunun sabit arabeskliği. Gene de sadece kendi anlayacağı bir hikaye olacaktı. Bu ona bir süre daha yeterdi.

İnsanlar evlerine kaçışmaya başlıyor, geceleri keyif yapacak ahali toplanıyordu etrafa. Sağda solda Kulenin çıbanı gibi duran meyhanelerden rakı ninnileri yükseliyor, ortaklaşa toplanan parayla yenilen bulgurla egolar tatmin oluyordu. Zurnanın zırt dediği deliğe belki 10 belki 20 lira sıkışıyordu. Ne kadar çok eğlenirsen o kadar çok para sıkıştırmak adettendi. Parası sadece rakıya yeten, kendi arasında muhabbeti tazeliyor, bardaklara sarılıyordu.

Eğlenceli gibi gözükse de ertesi gün anlatılacak hikayelerin hepsi sosyal paylaşım sitelerinde “beğeni” kazanıyor olacaktı ya da olaylar “takip” edilecekti. Suratına salakça bir gülümseme yerleştirdi ve istemsiz bir şekilde kısaca güldü.

Sanki işi uzatmak istemeyen bir katil gibi kahka”ha” ya da daha çok burnundaki pisliği temizlemeye çalışan bir köpek gibi kafasını salladı, dumanın gidişatı, boş midesini etkiliyor başının dönmesine izin veriyordu. Hoş, gerçi tütün kafasını bile güzel yapabilirdi bu gidişle.

Düşüncelerinden uzaklaşırken, kuleden çıkan gülümseme, kısa kahkahasına karşılık verdi. Uzaktan etkilendi ve emin adımlarla yanına yaklaştı. Gülümseyerek elini uzattı.

“ Hülya “

 O şaşkın bir biçimde piposundan dumanını üfledi. Yanına oturan kız abidesine inanamadı bir an. İçtiği sadece tütündü yoksa başka bir şey mi karışmıştı. Bir katil edasında öksürdü. Kısa ve kesik kesik. Damarlarından suratına fışkıran kan onu daha şaşkın etmiş, öksürmesine engel olamamıştı.

Kız abidesi gülümsemeye devam etti ve ısrarla elini havada tuttu. Çocuk eli katil edasında tutacaktı az kaldı. Karşısında ki kurban değil merakın ta kendisiydi.

“ Ozan “ dedi çocuk. Piposuna öksürüğün bittiği yerden devam etti. Abideye şaşkınlıkla bakmaktaydı.

“ Seni son birkaç gündür görüyorum bu tarafta. Enterasan bir tipin var. Aslında beni yanlış anlama böyle şeyler yapan biri değilimdir. Ama etrafındaki gizem bulutu, beni sana mıknatıs gibi çekti”

Piponun ardından çıkan duman çocuğun sözlerini oluşturan bir boluncuk gibi uçuştu kafasının üzerinde.

“ Böyle şeyler sadece sonu kötü biten aşk filmlerinde olur zannediyordum ya da kendini evde avutmak isteyen yalnız yazarların hikayelerinden. Doğru bildin birkaç gündür mekan belledim kendime burayı. Ev sanki üstüme çıkıp bana tecavüz edecekmiş gibi geliyor. “ Kelimenin kızı bir anlığına rahatsız edeceğini düşünüp ona baktığında, rahatsızlıktan çok memnuniyeti gördü. Merakın bir başka arkadaşıydı sanki o. Söylediklerinden başka her şeye cevap verecek gibiydi kız ve öyle de oldu.



“ Bak gerçekten yanlış anlamanı istemem ama kulenin güvenlik görevlisinden senin burada yattığını duydum. Sokakta kalmak seni korkutmuyor mu ? “ diyerek içtenliğini ve samimiyetini dile getirdi.

“ Gerçekten, Hülya. Tanıştığıma çok memnun oldum ama ben buraya birkaç gündür gelmeme rağmen bir ev bulurum orada sıcak bir yemek yerim kafasında değilim. “ Bir anlığına durup edebiyat diyarında tozlanmamış sayfalardan birini eline alıp ilk defa sözlü olarak dile getirdi.

“ Biliyor musun ? İskoç Bilim Adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre, İyi davranan erkekler, halk içerisinde ağırbaşlı ve saygılı olarak bilinirken sükse yapmaktaydı. Ancak Kötü davranan erkekler, halk içerisinde serseri olarak bilinip kızlara pompa yapmaktaydı.”

Durup kızın tepkisini bekledi. Düşünceli bir hali vardı. Çocuk için o kadar gereksiz biri gibi gözüküyordu ki edebiyat diyarının betimlenmesi en gereksiz kadın modellerinden biriydi. O kız da hepsi gibi isimsiz kalabilir sadece sıfatla yaşayabilirdi.

 “ Bu gerçekten ilginç bir araştırmaymış. “ Bir anlık sakinlik, dumanın üflenme süresi, kuleye pike yapan bir martı. “ Asmalı tarafında birer bira içmek ister misin ? “ diye modern bir şekilde soru sordu kız.

Çocuğun hikayesi değildi bu. Kendini buradan çekip gri bulutlu soğuk geceli, bol karabaşlı geceye atması gerekiyordu. Ayağa kalkıp piposunu topuklayarak boşalttı. Suratındaki samimiyetsiz katil bakışı kıza döndü.

“ Ben artık o kötü adamlardan bıktım ve onlar gibi olmayı beceremiyorum. Kimse söylemeden ben söyleyeyim. Ben çok iyiyim ve seni hak etmiyorum. Kendine iyi bak Kız Abidesi. “ Soğukkanlı olduğunu düşünüyordu ama gene dışarıdan bakıldığı gibi “kuul” değildi. Elleri absürd biçimde kalkıp iniyor. Piposunun tütünü üstüne başına yapışıp iz bırakıyor, sıcak közler pantolonunu deliyordu.

Burası onun hikayesi değildi. Arnavut kaldırım yol onu bekliyordu. Aklından damlayanlar, burnunun üzerinde pusula gibi duruyor ona nereye gideceğini gösteriyordu. Bu hikaye artık canını sıkıyordu. İçini bayıyordu. Patlamak istiyor, daha önce hiç haykırmadığı kadar haykırmak, yıldırımdan korkan küçük kız çocukları gibi ağlamak istiyordu

Aslında düşüncelerinden kaçtığı çok belliydi ve Kız Abidesi bunu görebiliyordu. Barışmak istiyordu aradan geçen yılların ardından. Tekrar çocuğu hikayeye dahil etmek istiyordu. Kendi yarattığı diyarına çekilip yiten giden erkek arkadaşına bakıyordu. Her gün değil. Son 5 yıldır oraya geliyordu. Ondan ayrılıp kafayı sıyırdığı geceyi biliyordu.

Sözleri mızraktan keskin, göz yaşları acının en beter haliydi. Onu her gün görüp erişebilmek için içinden bir şeyler yapmak geliyordu ama son 5 yılda ilk defa yanına gittiğinde onun zaten erişilemeyecek bir yerde olduğunu anlıyordu.



Çocuk kollarını gövdesine kavuşturmuş yürüyor aslında attığı adımların bir hayal dünyası olduğunu kendine söylüyor hatta küfrediyordu. Bilmese de o gün patlamış, daha önce hiç haykırmadığı kadar haykırmış ve küçük bir kız çocuğu gibi ağlamıştı. Hayatının aşkının bittiği gün kendisi de bitmiş, hayallerine dalmış orada elinde kalan son kabuk parçasına tutunup yaşamaya çalışmıştı.

Kız Abidesi çocuğun gidişini izledi. Son kez bakıyordu ona. Karanlık bir el sanki çocuğun tepesindeydi. Son teknoloji filmler gibiydi sanki. Ufak bir ışık oyunu, hiç yaşanmamış sayılacak kadar kısa sürede ki göz kırpma anı. Çocuk yoktu. Artık anılarıyla bütünleşmiş. Kendini silmeyi becerebilmişti.

Gözler yalan söylemiyordu. Biraz önce yanında oturan çocuk kendi diyarına göç etmiş. Karanlık bir el tarafından oraya zorla götürülmüştü. Yazar tıkanıklığı yaşayan kız nefes alamadı. Damarları sertleşti, beynine emirler gönderdi. Sinyaller beyninde cazırdadı. O kutsal hava kalbini tekrar çalıştırdığında bu sefer o patladı. Ama sadece ağladı.

Ağladı…

Küçük bir kız çocuğu gibi ağladı ve hikayedeki yerini aldı.

Yazım tarihi: 2011-2012 gibi bir şey. Net bir tarih maalesef yok