Kırık;
Sadece kırıktı ayağına batan şeyler.
Hepsi birer küçük cam parçasıydı, eskiden bir bütünü oluşturan. İyisiyle
kötüsüyle yaşanmıştı. Ama asla bitmemişti. Bitemeyecek kadar güzel şeyler,
mutlu anlardı. Ama şimdi o güzel anılar bile, güzel günün içine güzel bir
sürpriz yaparcasına karşısına çıkıyor ve canını sıkıyordu.
O gün gene keyfi yerindeydi aslında,
ayakları arnavut taşlara takılıyordu ayakkabısını kaybetmiş kırmızı yanaklı bir
kız çocuğu gibi. Gene güzel anılar çeliyordu aklını. Kendi küçük kafasında
yarattığı büyük diyarda, yer altı edebiyatı yapmaya çalışıyordu kurduğu
betimlemeler ile gene de canını acıtıyor, ağzına keskin safra tadı geliyordu.
Piposundaki tütün bitmek üzereyken
topuğunu kaldırıp sertçe vurdu, içindeki tütünler yavaşça arnavut kaldırıma
süzüldü. Kafasını kaldırdığında güneşin gitmeye başladığı mevsimi
görebiliyordu. Gri bulutlar süzülüyordu havada ama kalbini ısıtan gülümseme
gibi arkada bir yerde güneş gene de ona ısı sağlıyordu. Üzerinde ince bir
tshirt, altında dar kesim bir pantolon vardı
Şimdi görse severdi. Sevebilirdi.
Aslında hep sevmişti böyle giyinen erkekleri. Ufak çaplı yer altı edebiyatından
sıyrılıp yoluna devam etti. Etrafta malını satmak isteyen esnaf bağırıyor,
dışarıda başka bir yerde aynı malı görse almayacağı şeyi katakulli ile
kaymaklandırıp müşterisini içeri çekmeye çalışıyordu. Sokak hınca hınç insan
doluydu. Eski İstanbul’un bıraktığı o sepya görüntü, eski taştan binalara
yansımış, solgunluğun yanı sıra sanki eski bir şeyler anlatmak istiyordu.
Belini kaldırmaya çalışan yaşlı bir
amca gibi buradan kimlerin geçtiğini söyleyebilecek cesareti ve hafızası vardı.
Dinleyen olursa hoşbeş sohbeti ile insanı müdavimi haline getirebilirdi.
Üzerine sinmiş kuru kahve kokusu, cilalı ayakkabı ile harmanlanıyor, tütün
satan bir doğulunun ağzına yakışacak bir mahsul ortaya çıkarıyordu.
Herkesin bir işi vardı elbette. Onun
gibi keyiften dolaşan kafasını dağıtmak isteyen kaç insan vardı ki şu sokakta.
Kilim, oyuncak, mum, nalbur, toptan kırtasiye, kitabın tüm korsanları oradaydı.
İsteği olmasa bile insanın, satıcının o ilgi çekici anlatımı ile limon sıkacağı
alıp evde 1 kilo limon suyu çıkarabilirdi. Üstüne tansiyonu düşmesi bedavaydı.
Onun alacak bir şeyi yoktu. Genç
kafası ile piposunu popo cebine, tütünün yanına sıkıştırdı. Sanki bir şeylerden
kaçıyor gibiydi. Sepya örme duvarlar sanki bunu biliyor ve anlıyor gibiydi. Ama
onun dinlemeye vakti yoktu. Kafayı dağıtması gerekiyordu. Sayfalarca hikaye,
masal yazsa ne yazardı?
Yoluna devam edip kalabalığın
arasından sıyrıldığında karşısında güzelim haliç ağzı duruyordu. Tepesinden
bakar gibi dikilen Galata Kulesi ona bir çağrı yapıyor gibiydi. Olta sallayan
“rastgelecilerin” arkasından Galata Kulesine kavuşmayı başardı. Yokuşu çıktıkça
hayatında başardığını hissetti. “Yokuş Çıkmak sana +10 puan kazandırdı evlat
artık internette major olarak tanınacaksın ve saygı göreceksin” diyordu
telefonundaki sikindirik uygulama programı.
Ne için yüklemişti ki bunu.
Kiminleydi yarışı? Arkadaşlarından daha çok dolaşıp puan kazanmak niyeydi.
Eğlencesi neredeydi bunun. Daha önceden dolaştığı yerlerin puanları da
eklenseydi o zaman. Kafası her attığında Fenerbahçe Sahilinden kaptırıp Moda’ya
yürüyüşlerinin puanları neredeydi.
Moda sahilinde oturup kırmızı
kazaklı Danimarkalı çocukla hikayeleri de eklenseydi. Arkasında yemek
vermeyeceğini bilen ama sadece az biraz sevgi bekleyen karabaşlar da puan hak
ediyorlardı o zaman. Tek dezavantajları patileri miydi yoksa? Danimarkalının
dilini bilmedikleri için miydi? Yol yokuştu, puanları cebinde, edebi atışmaları
zihninin bir köşesinde saklıydı.
Galata Kulesi Haliç’e tepeden
baktığı gibi bizim çocuğa da tepeden bakmaktaydı. Dudağını büzüştürmüş, “Ah be
oğlum” der gibiydi sanki. Çocuğun tek farkı buydu sanırım kokusu sinmiş Haliç’ten.
Banklardan birine oturup, kuleye
usulca sokuldu. Popo cebinden çıkardığı tütünü, nazikçe, sanki bir bakire kızı
okşuyormuşçasına piposuna yerleştirdi. Hava gittikçe kararıyordu. Güneş sıcaktı
ama kafasını göstermediği için soğuk olacaktı ve onun planı sabaha kadar burada
oturmak olabilirdi. Kendini ısıtacak bir şeylere ihtiyaç duyabilirdi. Belki
pahalısından bir kırmızı şarap olabilirdi; Eğer parası olsaydı. 3 ve de 50
kadar sayıp köpek öldüren alabilirdi.
Şimdilik bunlar yoktu aklında tabi,
ilerleyen saatlerde kafasına tecavüz eden düşünceler onu sardığında kurtulmak
için böyle bir şey yapabilirdi. Tütün dolan piposuna tütünü son kez oturttuktan
sonra zehrin alev almasına izin verip, damarlarına giden yolu açmak için
dumanını içine çekti.
Bugüne kadar yazıp çizdiği konular
hakkında düşünüyordu. Yeri geldiğinde olabildiğince karamsar karakterler
yarattığı hikayeler biliyordu kendisini bile korkutup gece vakti öldüğünü
öğrendiğinde ağlatan. Onu mutlu edip başkasına bir şeyler ifade etmeyen
masalları vardı. O an zihninde oturup bir gün yazı yazmasını anımsatacak cümle
çaktı.
“ İskoç Bilim Adamlarının yaptığı
bir araştırmaya göre, İyi davranan erkekler, halk içerisinde ağırbaşlı ve
saygılı olarak bilinirken sükse yapmaktaydı. Ancak Kötü davranan erkekler, halk
içerisinde serseri olarak bilinip pompa yapmaktaydı.”
Çok güzel bir ağıttı sanki diyarın
sakinlerinden kopan. İçini cız ettiren, boğazında düğümlenen yumruyu patlatan
keman notasıydı. Az biraz batı müziğinin hareketliliği, az biraz doğunun sabit
arabeskliği. Gene de sadece kendi anlayacağı bir hikaye olacaktı. Bu ona bir
süre daha yeterdi.
İnsanlar evlerine kaçışmaya
başlıyor, geceleri keyif yapacak ahali toplanıyordu etrafa. Sağda solda Kulenin
çıbanı gibi duran meyhanelerden rakı ninnileri yükseliyor, ortaklaşa toplanan
parayla yenilen bulgurla egolar tatmin oluyordu. Zurnanın zırt dediği deliğe
belki 10 belki 20 lira sıkışıyordu. Ne kadar çok eğlenirsen o kadar çok para
sıkıştırmak adettendi. Parası sadece rakıya yeten, kendi arasında muhabbeti
tazeliyor, bardaklara sarılıyordu.
Eğlenceli gibi gözükse de ertesi gün
anlatılacak hikayelerin hepsi sosyal paylaşım sitelerinde “beğeni” kazanıyor
olacaktı ya da olaylar “takip” edilecekti. Suratına salakça bir gülümseme
yerleştirdi ve istemsiz bir şekilde kısaca güldü.
Sanki işi uzatmak istemeyen bir
katil gibi kahka”ha” ya da daha çok burnundaki pisliği temizlemeye çalışan bir
köpek gibi kafasını salladı, dumanın gidişatı, boş midesini etkiliyor başının
dönmesine izin veriyordu. Hoş, gerçi tütün kafasını bile güzel yapabilirdi bu
gidişle.
Düşüncelerinden uzaklaşırken,
kuleden çıkan gülümseme, kısa kahkahasına karşılık verdi. Uzaktan etkilendi ve
emin adımlarla yanına yaklaştı. Gülümseyerek elini uzattı.
“ Hülya “
O şaşkın bir biçimde piposundan
dumanını üfledi. Yanına oturan kız abidesine inanamadı bir an. İçtiği sadece
tütündü yoksa başka bir şey mi karışmıştı. Bir katil edasında öksürdü. Kısa ve
kesik kesik. Damarlarından suratına fışkıran kan onu daha şaşkın etmiş,
öksürmesine engel olamamıştı.
Kız abidesi gülümsemeye devam etti
ve ısrarla elini havada tuttu. Çocuk eli katil edasında tutacaktı az kaldı. Karşısında
ki kurban değil merakın ta kendisiydi.
“ Ozan “ dedi çocuk. Piposuna
öksürüğün bittiği yerden devam etti. Abideye şaşkınlıkla bakmaktaydı.
“ Seni son birkaç gündür görüyorum
bu tarafta. Enterasan bir tipin var. Aslında beni yanlış anlama böyle şeyler
yapan biri değilimdir. Ama etrafındaki gizem bulutu, beni sana mıknatıs gibi
çekti”
Piponun ardından çıkan duman çocuğun
sözlerini oluşturan bir boluncuk gibi uçuştu kafasının üzerinde.
“ Böyle şeyler sadece sonu kötü
biten aşk filmlerinde olur zannediyordum ya da kendini evde avutmak isteyen
yalnız yazarların hikayelerinden. Doğru bildin birkaç gündür mekan belledim
kendime burayı. Ev sanki üstüme çıkıp bana tecavüz edecekmiş gibi geliyor. “
Kelimenin kızı bir anlığına rahatsız edeceğini düşünüp ona baktığında,
rahatsızlıktan çok memnuniyeti gördü. Merakın bir başka arkadaşıydı sanki o.
Söylediklerinden başka her şeye cevap verecek gibiydi kız ve öyle de oldu.
“ Bak gerçekten yanlış anlamanı
istemem ama kulenin güvenlik görevlisinden senin burada yattığını duydum.
Sokakta kalmak seni korkutmuyor mu ? “ diyerek içtenliğini ve samimiyetini dile
getirdi.
“ Gerçekten, Hülya. Tanıştığıma çok
memnun oldum ama ben buraya birkaç gündür gelmeme rağmen bir ev bulurum orada
sıcak bir yemek yerim kafasında değilim. “ Bir anlığına durup edebiyat
diyarında tozlanmamış sayfalardan birini eline alıp ilk defa sözlü olarak dile
getirdi.
“ Biliyor musun ? İskoç Bilim
Adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre, İyi davranan erkekler, halk
içerisinde ağırbaşlı ve saygılı olarak bilinirken sükse yapmaktaydı. Ancak Kötü
davranan erkekler, halk içerisinde serseri olarak bilinip kızlara pompa
yapmaktaydı.”
Durup kızın tepkisini bekledi.
Düşünceli bir hali vardı. Çocuk için o kadar gereksiz biri gibi gözüküyordu ki
edebiyat diyarının betimlenmesi en gereksiz kadın modellerinden biriydi. O kız
da hepsi gibi isimsiz kalabilir sadece sıfatla yaşayabilirdi.
“ Bu gerçekten ilginç bir
araştırmaymış. “ Bir anlık sakinlik, dumanın üflenme süresi, kuleye pike yapan
bir martı. “ Asmalı tarafında birer bira içmek ister misin ? “ diye modern bir
şekilde soru sordu kız.
Çocuğun hikayesi değildi bu. Kendini
buradan çekip gri bulutlu soğuk geceli, bol karabaşlı geceye atması
gerekiyordu. Ayağa kalkıp piposunu topuklayarak boşalttı. Suratındaki
samimiyetsiz katil bakışı kıza döndü.
“ Ben artık o kötü adamlardan bıktım
ve onlar gibi olmayı beceremiyorum. Kimse söylemeden ben söyleyeyim. Ben çok
iyiyim ve seni hak etmiyorum. Kendine iyi bak Kız Abidesi. “ Soğukkanlı
olduğunu düşünüyordu ama gene dışarıdan bakıldığı gibi “kuul” değildi. Elleri absürd biçimde kalkıp iniyor. Piposunun
tütünü üstüne başına yapışıp iz bırakıyor, sıcak közler pantolonunu deliyordu.
Burası onun hikayesi değildi.
Arnavut kaldırım yol onu bekliyordu. Aklından damlayanlar, burnunun üzerinde
pusula gibi duruyor ona nereye gideceğini gösteriyordu. Bu hikaye artık canını
sıkıyordu. İçini bayıyordu. Patlamak istiyor, daha önce hiç haykırmadığı kadar
haykırmak, yıldırımdan korkan küçük kız çocukları gibi ağlamak istiyordu
Aslında düşüncelerinden kaçtığı çok
belliydi ve Kız Abidesi bunu görebiliyordu. Barışmak istiyordu aradan geçen
yılların ardından. Tekrar çocuğu hikayeye dahil etmek istiyordu. Kendi
yarattığı diyarına çekilip yiten giden erkek arkadaşına bakıyordu. Her gün
değil. Son 5 yıldır oraya geliyordu. Ondan ayrılıp kafayı sıyırdığı geceyi
biliyordu.
Sözleri mızraktan keskin, göz
yaşları acının en beter haliydi. Onu her gün görüp erişebilmek için içinden bir
şeyler yapmak geliyordu ama son 5 yılda ilk defa yanına gittiğinde onun zaten
erişilemeyecek bir yerde olduğunu anlıyordu.
Çocuk kollarını gövdesine
kavuşturmuş yürüyor aslında attığı adımların bir hayal dünyası olduğunu kendine
söylüyor hatta küfrediyordu. Bilmese de o gün patlamış, daha önce hiç haykırmadığı
kadar haykırmış ve küçük bir kız çocuğu gibi ağlamıştı. Hayatının aşkının
bittiği gün kendisi de bitmiş, hayallerine dalmış orada elinde kalan son kabuk
parçasına tutunup yaşamaya çalışmıştı.
Kız Abidesi çocuğun gidişini izledi.
Son kez bakıyordu ona. Karanlık bir el sanki çocuğun tepesindeydi. Son
teknoloji filmler gibiydi sanki. Ufak bir ışık oyunu, hiç yaşanmamış sayılacak
kadar kısa sürede ki göz kırpma anı. Çocuk yoktu. Artık anılarıyla bütünleşmiş.
Kendini silmeyi becerebilmişti.
Gözler yalan söylemiyordu. Biraz
önce yanında oturan çocuk kendi diyarına göç etmiş. Karanlık bir el tarafından
oraya zorla götürülmüştü. Yazar tıkanıklığı yaşayan kız nefes alamadı.
Damarları sertleşti, beynine emirler gönderdi. Sinyaller beyninde cazırdadı. O
kutsal hava kalbini tekrar çalıştırdığında bu sefer o patladı. Ama sadece
ağladı.
Ağladı…
Küçük bir kız çocuğu gibi ağladı ve
hikayedeki yerini aldı.
Yazım tarihi: 2011-2012 gibi bir şey. Net bir tarih maalesef yok